Algılarımızın nasıl farklı olabileceğini temsil sistemleri yazısında görmüştük. Algıladıklarımız bu kadar farklıyken, bir de onlara yüklediğimiz anlamların farklılıkları biniyor konunun üzerine. Örneğin, Karadeniz Bölgesi’nde büyümüş birinin “yağmur” kelimesine yüklediği anlamla, İç Anadolu Bölgesi’ndeki birinin aynı kelimeye yüklediği anlam farklı olacaktır. Abla kelimesi bir küçük kardeş için birçok farklı anlamda olabileceği gibi, tek kardeş olan birinde sadece pazarcının ona seslenme şekli anlamını taşıyor olabilir.
Bu kısmı kavradığınızı düşünüyorum, o nedenle konunun en can alıcı noktasına doğru ilerliyorum. Algıladıklarımıza yüklediğimiz her anlamla beraber hakikati görmekten kendimizi uzaklaştırıyoruz. Olana olduğu gibi bakmak yerine anlamlar yükledikçe, kendimize özel, öznel gerçekliğimizi oluşturuyoruz. Oysa kendi gerçekliğimiz, hakikatle aynı olmadığı sürece bizi tatminsizliğe sürükleyecektir. Bunun nedeni, algılara yüklediğimiz her anlamla beraber bir yargıya gidiyor olmamızdır. Çakraları anlatırken de bahsettiğimiz üzere, her yargı hakikati görmemizde bize yardımcı olan 3. Göz Çakrası’nda blokaj oluşturur.
Hakikate varamayan özümüz bu blokajlar çözülene dek gerçekliğinde hapis kalır ve sıklıkla duyduğumuz “kimse beni anlamıyor” sorunsalına getirir bizi. Her birimiz kendi anlam bankasını oluştururken, kimse başka birinin kendisini anlamasını bekleyemez. Gerçekliğinden sıyrılmaya korkmayarak anlamlarını kenara bırakan ve hakikati kucaklayan birisinde ise bu soruyu hiçbir zaman duymazsınız. Bunun sebebi, anlaşılmadığını düşünenin bizim ego (kime göre ego olduğu ile ilgili daha sonra bir yazı hazırlamayı düşünüyorum) olarak da isimlendirdiğimiz, zihinsel süreçlerle oluşan ve gerçekliğimizi yaratan parçamızdan başka bir şey olmamasıdır. Eğer hakikati kucaklamayı başarırsak, o zaman AN’da yaşamayı ve OL’ma haline gelmeyi başarmışız demektir ki bu da bizi egonun bulunmadığı, saf sevgi ve huzurun deneyimlendiği bir bütünlük noktasına taşır.