“Bütün bu dünya – var olan her şey – prana kaynaklı titreşir.” – Kathopanishad (2:3:2)
Yaklaşık beş bin yıl önce Himalayaların gölgelerinde yaşamış yogiler, varoluşun tabiatındaki hareketlilik özelliğine “Prana” adını vermişlerdir. Kabaca bir çeviriyle “enerji” ya da “yaşam gücü” olarak adlandırılabileceği gibi, bu çevirilerin hiçbiri orijinalinde Sanskritçe olan prana kelimesinin özünü tam olarak yansıtmamaktadır.
Kelimenin Sanskritçe köküne inildiği zaman “Pra” ve “Na” hecelerinden oluştuğu görülür. Pra, devamlılık anlamına gelirken; Na, akmak ve akış anlamına gelerek, Prana kelimesini oluştururlar. Bu açıdan bakıldığında ise prananın anlamı, “devamlı akış” olarak düşünülebilir.
Birçok kaynakta canlılık özelliğini karşılamakta da kullanılan prana sözcüğü, yogik bakış açısına göre tamamı canlı olan evrenin nabzını attıran yapı taşıdır, yaratılışın her boyutunda mevcuttur. Yani doğduğumuz anda başlayan nefes alıp verme, bir tohumun büyüyüp ağaç olması veya Dünya’nın Güneş etrafında sayısızca dönmesi gibi tüm hareketlerin özünde yatar.
Yaratılmış her nesnenin varoluşu ve fiziksel formu pranaya bağlıdır; bu bir gezegen de olabilir, bir bitkinin yaprağı da, çatalın sapı da… Yaradılıştaki her tezahür farklı yoğunluklar, kombinasyonlar ve varyasyonlar ile sonsuz enerji kalıbının parçalarını oluşturur. Statik yahut dinamik olarak, canlı veya cansız olarak, evrendeki en yüksek boyuttan en düşük boyuta kadar var olan her şeyin temelinde prana yatar. Prana olmadan hiçbir şey var olamazdı, zira varoluşun kendisi var olmazdı.
İşte bu kozmik pranaya “Mahaprana” adı da verilir ve var oluşla aynı anda oluşa geçmiştir. O yüzden pranayı tam olarak kavrayabilmek için hikâyeyi aslında yaradılışın başına sarmak gerekiyor.
Kozmik Prana: Mahaprana
Her şeyin başında, daha yaradılış dahi yokken, hiçlik vardı. Bu hiçlikte var olan tek şey yazıtlarda “Para Brahman” olarak isimlendirilen, her yeri kuşatan, tezahürsüz bilinçti. Yaradılış için gerekli tüm özellik ve bileşenleri içeriyordu. Mükemmel bir denge ve uyum içerisindeydi.
Tüm bu sükunetin içinde, Tantrik ve Vedik kaynaklarda “Ekoham bahusyam” olarak geçen bir arzu uyandı, “Ben birim, çok olayım.” Bu arzu ilk hareketi yaratan ve ilk yaratıcı nabzın atmasını sağlayan, ilk “Spandan” olarak adlandırıldı. Oluşturduğu enerji ve titreşimle teklikten çokluğa ilk adım atıldı, bu durum ilk hareketi oluşturdu ve dolayısıyla ilk prana tezahür etti. (Eğer bu anlatım size çok masalsı ve elle tutulamaz geliyorsa, bilim dünyasının isimlendirmesi ile Big Bang ya da Büyük Patlama Teorisi’ni de düşünebilirsiniz.)
Prana, zaten evrensel bilinçten ayrı değildi, ezeli ve ebedi olarak bilincin içindeki potansiyel olarak var olmaktaydı, ancak bu noktada görünür hale geçmiş oldu. Böylece bilinç ve prana etkileşime girerek “Lila” adı verilen kozmik oyunu oynamaya başladılar. Bu oyunun bir sonucu olarak “Srishti” yani yaradılış ortaya çıktı. Mahaprananın uyanışı ve sonsuz bilincin Ben’liğini prana ile tezahür ettirmesi sonucunda, değişmez bilinç kendiyle etkileşime girmiş ve prananın hareketi yoluyla kendini deneyimlemeye başlamış oldu.
Zaman ilerledikçe bilincin seviyesinde ve enerjide değişiklikler oldu. Gerçekleşen her değişiklikle yaradılışın başka bir boyutu meydana geldi. Var oluşun farklı yüzleri oluştu; varlıklar ve maddeler, elementler ve enerjiler, ışık ve karanlık, pozitif ve negatif, hareketli ve hareketsiz, eril ve dişil. Prana ve bilinç yani “Chitta” birlikte evreni genişlettiler. Her çağın sonunda da çözülüp tekrar evreni birliklerinde topladılar.
Kaynak: Saraswati, Swami Niranjanananda. Prana and Pranayama. Bihar India: Yoga Publications Trust Munger, 2016